Sevgililer gribi - 16.02.2011
Sevgililer gribi
Grip oldum. Kahrolası antisemit grip virüsü başka adam kalmamış gibi koca uçakta geldi beni buldu! Tam bir haftadır resmen sürünüyorum. Ne var bunda? Herkes gripli demeyin, önemli! İş güç var… Kızımın yaş günü, Pazar günü torun ziyareti var… Ama en önemlisi, önümüzde Sevgililer Günü var…
Geçtiğimiz Cumartesi akşamı genzimde yanmayla karışık sinir bozucu bir kaşıntı hissettim. Sonra nafile bir öksürme isteği… Derken, halsizlikle birlikte saç diplerim ağrımaya başladı. Çok geçmeden her tarafımın ağrımaya başladığını fark ettim; omuzlarım, sırtım, belim, kollarım, bacaklarım…
Ne yalan söyleyeyim, bu halimle eve girerken için için sevinmedim değil. Uzun süredir aralıksız çalışmıştım. Art arda çok sayıda yorucu seyahatler gerçekleştirmiştim. Bu kırıklık hali bir iki gün soluklanmama bahane olabilir diye düşündüm. Hafif ateşim çıkınca da, “Fırsat bu fırsat, şımarık çocuğu oynamanın tam zamanıdır!” dedim kendi kendime. Başucumda okunmayı bekleyen kitaplar istiflenmişti nicedir. Henüz izleyemediğim DVD’ler de cabası. Hatta bir iki yedek yazı bile çıkartırdım belki…
Ama ne mümkün! Şerefsiz virüs, niyetimi beynimin içindeki ajanları sayesinde öğrenmiş olmalı ki, ilk kırk sekiz saatte gözlerimi açmamı engelledi, tam toparlanmaya başlamışken de karımla işbirliğine girişti!
Grip virüsü hasta ettiği kurbanının karısıyla nasıl işbirliği yapar? Anlatayım. Önce evdeki durumu koklar. Bakar ki bu çift uzun zamandır birlikte. Soluk alıp vermelerinden bile birbirlerinin ne demek istediklerini anlıyorlar, canım cicim yılları çoktan tarih olmuş. Adam “Hastayım” diyor, karısı “Kim bilir yine kimden ne kaptın?” diye paylıyor. Adam “Ölüyorum!” diye çırpınıyor, kadın “Ben sana sıkı giyin de çık demedim mi? Beter olasın!” diye posta koyuyor. Virüs planını yapıp sinsice pusuya yatar.
Adamınsa niyeti başkadır, illa ki kendine acındıracak: “Karıcığım, inan çok kötüyüm, ayakta duramıyorum, bana şöyle sıcak bir ıhlamur kaynatsan… İçerideki televizyonun da sesini bir zahmet kısıver lütfen, başım çatlıyor, baksana maçı bile zor izleyeceğim…” Kadın sonunda insafa gelir, limonlu bir ıhlamur kaynatır, plasebo türünden bir iki ilaç getirir, “Pazartesi işe gitme, bir iki gün evde dinlen bari” deyiverir. İşte beklenen sihirli sözcükler! Adam artık iki gün boyunca evde her türlü raconu kesebilecektir. Gün içinde hiç kimse onu elektrikli süpürgeyle taciz edemeyecek, gönlünce film izleyebilecek, kitap okuyacaktır. Oysa hınzır virüs henüz işe yeni koyulmuştur. Gece boyunca azap bir türlü bitmez!
Öksürdükçe ciğerlerimin parçalandığını hissediyordum. Karımın gecenin bir vaktinde hazırladığı ballı, zencefilli ılık süt de işe yaramamıştı. Sabahı güç ettik… Telefonla danıştığımız grip uzmanı dostlarımızın tavsiyelerine uyarak bol sıvı alıyor, parasetamol kürü uyguluyordum. Ama bırakın kitap okumayı, cep telefonumdaki mesajlara bile bakamıyordum.
Ertesi gün durumumda pek değişlik olmadı. Tüm günümü yatakta öksürüp aksırarak, oflayıp puflayarak geçirdim.
Dördüncü sabah nispeten güzel uyandım. Kendimi hâlâ halsiz ama daha iyi hissediyordum. “Bu iş tamamdır,” dedim karıma, “bugün artık işe gidiyorum!”
“Hiçbir yere gitmiyorsun!” diye kükredi hayatımın her derde deva doktoru. Grip uzmanının fetvasına göre hastalığımın nüksedip zatürreeye dönüşmemesi için en az bir hafta evde dinlenmem gerekiyormuş. Başıma minnet! Derhal şeklî pijama terlik durumuna geçtim, ilk okuyacağım kitap ve dinleyeceğim CD’lerle birlikte salonun yolunu tuttum. Tam koltuğuma yerleşiyordum ki kızılca kıyamet koptu. Karım şiddetli bir öksürük krizi eşliğinde bildiği tüm kötü sözleri sıralıyordu. Hay bin kunduz!
Hasta olmaktan daha berbat ne var derseniz, hasta bakmaktır diyecek durumdayım. Virüs işini yaptı ve en son bulaşması gereken kişiye, yani karıma bulaştı! Normal bir insanın en fazla üç günde atlatacağı sıradan bir soğuk algınlığının karımdaki etki süresi en az on gündür. Beni beş gün boyunca yatağa mahkûm eden bu grip virüsünün karıma etkisi, iyimser bir tahminle üç hafta olacaktır. Buna bir de virüsün benim tarafımdan eve sokulduğu faktörü eklenince… Cuma günü çaresizlik içinde, mahallemizin doktorunu çağırıp yardım istedim.
Gribe uçakta yakalandığımı da doktorumuzdan öğrendim. Meğer bu virüsler havalandırma sistemlerde kaçak olarak yolculuk ederler, açıkağız uyuklayan yolcuların ciğerlerine çöreklenirlermiş! Korunmanın tek yolu uçakta maske takmakmış. Halbuki Frankfurt havaalanında öylesine sıkı bir güvenlik denetimi vardı ki, Alman görevli ayak parmaklarımın arasındaki bakterileri bile bir bir bulup bertaraf etmişti. Bu meret nasıl olmuş da gözden kaçmış, hayret?
Evdeki tutukluluk halim sürüyor... Grip sözcüğünü duyan çocuklarımız, dostlarımız, akrabalarımız, bilumum komşularımız, bizi iyice izole ettiler. Hatta apartmanımızın kapıcısı bile ihtiyaçlarımızı sormak için artık dâhili düofonu kullanıyor. Sevgililer Günü’nü bu yıl kesin baş başa geçireceğiz. Kıymetli grip virüsümüzle birlikte evde tabii ki…
16 Şubat 2011