Plantu ile Dans Etmek
Cumhuriyet Kitap eki, 30 Mart 2006

Plantu ile Dans Etmek
 
Kendisini “journal bête et méchant” aptal ve kötü dergi olarak tanımlayan Hara-Kiri’nin efsanevi çizeri Reiser 1983 yılında kansere yenik düştüğünde, Plantu Le Monde’daki köşesine henüz ısınmamıştı. Reiser, “en kötüsünü çiziyorum çünkü güzeli seviyorum” derken dur durak tanımamış, bütün dokunulmaz sanılanlara, kısa süreli yaşamında geliştirdiği ‘gaddar’ fırçasıyla hadlerini bildirmişti! Çirkini daha da çirkin kılıyordu Reiser çizgilerinde. Oysa Plantu, bir estetik cerrahı gibi, çirkin olanı güzelleştiriyor adeta. Plantu’nün tiplemeleri sevimli, hatta nerdeyse sempatik denebilecek anti-kahramanlar! Chirac öyle, Bush öyle... Hatta sakallı ve cüppeli köktendincileri bile aynı anlayışla çiziyor...
 
Reiser ile Plantu arasındaki bu kıyaslamayı yapmamın nedeni, her ikisinin de Fransız karikatürcüleri olması değil kuşkusuz. Ancak, ikisi de farklı ama birbirini takip eden dönemlerde Fransız siyasi karikatürünün önemli mihenk taşları olmuşlardır. Reiser’in 42 yaşında ölümünün ardından bayrağı devralan Plantu, sevecen çizgisi ve çok daha yumuşak üslubuna karşın, Le Monde’un birinci sayfasındaki kalesinden toplumun tüm katmanlarına fırçasını savurmaktan kaçınmamaktadır.
 
Reiser’in sevenleri çoktu, Plantu’nün de öyle... Reiser’in monografisi ölümünden on iki yıl sonra bir Fransız tarafından kaleme alındı*. Plantu’nünkini ise geçtiğimiz yıl bir Türk, hem de Türkçe olarak yazdı!
 
Neydi Sevgi Türker Terlemez’i Plantu ve karikatür hakkında bir kitap yazmaya iten neden? Çeviri alanındaki çalışmalarından dolayı Fransız Hükümeti’nin şövalyelik nişanı payesine sahip olan yazar, bunu, Plantu’nün Ankara’ya davetli olarak geldiği bir karikatür festivalinde ünlü Fransız karikatürcüye çeviride yardımcı olması ve aniden kendini çizgi dünyasının içinde bulması olarak açıklıyor. Sevgi hanım karikatürcülerden o kadar etkilenmiş ki, o güne dek yazın dünyası ile kurduğu sıcak ilişkiyi çizgi dünyasıyla kuramamış olmasına hayıflanmış ve bu kitabı yazmaya karar vermiş...
 
Önce şaşırıyor Plantu bu sıradışı istek karşısında, “Çıldırmış olmalı!” diye geçiriyor içinden. “Ama karikatüristlerin tümünün bir tarafı azıcık çatlak olduğuna göre Sevgi’ye güvenebilirim” diyerek işbirliğine razı oluyor.
 
Kitap aslında üç farklı bölümden oluşuyor. Birinci bölüm kitabın yazılma sürecini anlatıyor. İkinci bölüm söyleşilerden oluşuyor. Üçüncü bölüm ise Plantu hakkında yazılanlar ve Plantu’nün bazı çizimlerine ayrılmış.
 
İlk bölümde yazarın Plantu’yü keşfetmesine tanıklık ediyoruz: “Plantu bir dost, Plantu içimizden biri, Plantu bir bakış. (...) Masum ve alçakgönüllü, öğrenmeye sevdalı bir öğrenci gibi görünen bu ellili yıllarını yaşayan delikanlının son derece yetenekli ve dünya çapında bir karikatürist olduğuna inanmak zordu.” (S.23) Ama sayfalar ilerledikçe, Plantu’den ziyade Sevgi Türker Terlemez’i tanımaya başlıyoruz. Plantu artık sadece arka plandaki dekordur, anlatılan ise yazarın kendi iç dünyasıdır. Bir an geliyor ki bu kitabın bildik bir monografi olmadığını, “Plantu ile dans etmeye çabalayan” bir çevirmenin (s.26) kendi kendisiyle hesaplaşmaya giriştiğini, yine kendisine rağmen bu kitabı yazmak için mücadele verdiğini farkediyoruz. Ankara – Paris ekseninde bir yolculuğa çıkarıyor yazar bizi. Anıları, şimdiki dünyası, henüz okul çağındaki kızıyla ilişkisi, köpeği, kuşu, duyguları... Plantu’yü tanıyalım derken Sevgi Türker Terlemez ile tanışıyoruz... Zaman zaman kitabını yazmakta, kurgusunu oluşturmakta zorlanıyor, mahcup oluyor yazar. Ancak bu sıkıntısını okurla paylaşmaktan çekinmiyor. “Bu kitap onu anlatmak için yazılıyor. Ezenler-ezilenler, egemenler-mazlumlar oldukça bu tür kitaplar daha çok yazılacaktır. Ezenin, egemeninin karşısına kılıcını çeker gibi kalemi, keskin dili ile dikilen Mirbeau, Hugo, Zola, gibi bizim çok iyi tanıdığımız yazar, ressam, yontucunun çocuğu, torunu Plantu” (S.40), diyerek kendi kendisini motive ediyor!
 
 “...ve kanatlanır Plantu. Elleri ve kanatları sayesinde her yere ulaşır.” (S.54)
 
İkinci bölüm Plantu’nün on sayfalık hayat hikâyesinin ardından, yazarın farklı zaman ve mekânlarda gerçekleştirmiş olduğu söyleşilerden oluşuyor. Plantu gerçekten göründüğü gibi “kanatlı bir melek” midir, yoksa bütün karikatürcülerin içlerinde bir yerde gizli olan “şeytan” ona da bulaşmış mıdır? İlk söyleşi yazarın artık kanıksadığımız ‘duyguyoğun’ üslubuyla kaleme alınmış. Kimi sorular beklenen yanıtı da içerdiklerinden, ünlü karikatürcüye sadece “evet, sanırım öyledir...” türünden kısa yanıtlar vermek düşüyor. Sevgi hanım Plantu ile vals yapmak istiyor ama kavalyesini piste çekmeyi başaramıyor. Kaçak dans ediyor Plantu, “Güzel dans etmeyi çok isterdim. Çocukluğumda fena sayılmazdım. Sonra... Sonra ne oldu bilemiyorum, dans etmekten korkar oldum, beceremediğimi düşündüm. Komplekse kapıldım. Dans eder gibi görünmektense etmemeyi yeğledim” diye reddediyor Sevgi hanımın dans teklifini. Ancak ekliyor: “...ben okurumla dans etmek isterdim. Onu etkilemeye çalışıyorum, kendi dış dünyama sürüklüyorum, bir tür girdaba dalıyoruz birlikte. Karikatürümü görünce onun dünyasına geçiyoruz, tartışıyoruz, tartışıyı yöneten okurun kendisi oluyor. Çok figürlü dans bizimkisi. Okurumla ettiğim dansta kompleksim de kalmıyor. Kurgunun dansında uyum mükemmel...” (S.73)
 
Ama Sevgi Türker Terlemez azimli! Yalnız Plantu’ye değil, karikatür camiasına, fakat daha önemlisi kendi kendisine verdiği sözü yerine getirecek, bu kitabı ne pahasına olursa bitirecek... Okur, bir yandan kitabın yazılma sürecine eşlik ederken, diğer yandan Plantu’nün giderek açılmasına tanık oluyor. Zoru başarıyor Sevgi hanım ve üçüncü söyleşiden itibaren Plantu’yü kanatlarından arındırıyor. Bu kez kaçamıyor ünlü karikatürcü; “Otuz iki yıldır bu meslekteyim, Le Monde gazetesinde... On beş yıldır da ilk sayfada. Mütevazi biri olsaydım, sanıldığı gibi, bu görevleri kabul etmemem gerekirdi, gerçekten de alçak gönüllü olsaydım bu önerileri bana getirdiklerinde ‘Hayır!’ demem gerekirdi... ‘Hayır!’ demedim, çünkü ‘Vay be! Böyle bir şans kolay kolay ele geçmez, kabul ediyorum,’ dedim ve elimi uzattım... Mütevazi olduğum söylenemez herhalde...” (S.102)
 
Kendisine yakıştırılan alçakgönüllülük rolünden sıyrıldıktan sonra iyice açılıyor Plantu. Karikatür dünyasını, kendi anlayışını, Fransa’ya, dünyaya bakışını anlatıyor, Türkiye ile ilgili duygu ve düşüncelerini dile getiriyor: “Türkiye’yi çok seviyorum. Konukseverliği çarpıyor beni. Renklerine, evlerine, yörelerine vurgunum. İlham perim bu topraklarda gibi geliyor bana. Çizmek, resim yapmak isteği ile doluyor içim...”(S.109) Yağcılık yapmıyor Plantu, Yazarına yaranmak için değil, içinden gelerek söylüyor bunları. Araştırmış, gezmiş görmüş, Türkiye’yi kendi ülkesi Fransa ile kıyaslıyor: “Sanırım Fransa’nın Türkiye’den öğreneceği çok şey var. Avrupalıların unuttukları bir takım değerleri gördüm ben burada. Avrupa’da bir sorun var... Din konusu bir yana, konukseverlik ve yaşlılara gösterilen saygı yeter Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna alınması için... Fransa, gerçekten de bir zamanlar Fransa’yı Fransa yapan değerlerinden koptu.” (S.112)
 
Yeri geldikçe sözü Fransız meslektaşlarına da getiriyor Plantu. Faisant, Konk, Reiser, Effel, Tim, Dilem, adı geçenler arasında... “Konk çok ilginç biridir. Hakkında kitap kim bilir ne kadar ilginç olurdu. Düşüncelerinin hiçbirine katılmamakla birlikte karikatürlerine, sanatına saygı duyarım, çok yeteneklidir çünkü... Bana acı gelen de bu ya!...” (S.127) Konuşma ilerledikçe Plantu’nün gazeteci kimliğinin karikatürcü kimliğinin önüne geçtiğini görüyoruz. Mesleğinden büyük saygıyla söz ediyor, yaptığı işi seviyor! Mesleğinin saygı görmesini istiyor.  “Gerçekler acıtıcı oluyor. Zarar veriyoruz bazen, görevimiz gereği Charlie Hebdo gazetesi şöyle der: Her şeye gülünür! Oysa ben; Her şeye, herkese gülünür, gülmenin sınırı yoktur, diyenlerin tam karşıtı bir şey söylüyorum; Hayır bu özel yaşam, insanların özel yaşamına giremem, diyebiliyorum ben.”
 
Sonuncu söyleşiyle birlikte kitap, karikatürle ilgilenen herkesin okuması gereken bir şölene dönüşüyor. Bu bölümde basın karikatürünün anlamı ve önemine vurgu yapılıyor. Dünyanın en önemli gazetelerinden birinde evrensel boyutta karikatürcü olmanın güçlüklerini duyumsuyoruz. “Meslek gereği gazeteciler geciken trenle ilgilenirler, zamanında gelen trenle değil. Gazetecilerin sürekli olarak eleştirmeleri eleştirilir, olumsuzluk yüklenir bu yaptıklarına oysa ben olumlu bulurum, olumlu bir eylemdir,”(S.132) diyen Plantu’nün sevdiklerini eleştirmeyi daha çok sevdiğini farkediyoruz. Örneğin, Plantu’nün gerek karikatürleriyle, gerek heykelleriyle, en çok eleştirdiği kurum olan yargı organına ne denli saygı duyduğunu öğreniyoruz çizerin ağzından...
 
Ve Plantu ile yaptığı bu şahane son valsi, benim daha en başında sorduğum soruyu yanıtlayarak  noktalıyor Sevgi Türker Terlemez: “Plantu’yü neden mi yazdım? Pek çok nedenim vardı; çünkü, bu masum bakışlı, yalın adam, kalemi eline aldığı küçücük yaşının çocuk coşkusuna sıkı sıkıya bağlı kalıp çizdi hep. Çünkü yeteneği Fransa’da sıkışıp kalmadı, dünya ile ilgilendi ülkesi ile ilgilendiği gibi; dünyasını geniş tuttu, evrensel bir duyarlılığa sahip olarak. Çünkü Plantu; haksızlık, açlık, saldırı, savaş, ırkçılık, ayırımcılık, egemen gücün küçük hesapları gibi, insanların yaşama hakkını elinden alan, insanlara acı çektiren sevimsiz, bir o kadar da uğursuz olaylara kulak veriyor, umudunu yitirmeden çiziyor belki bir işe yarar diye...”
 
Sevgi hanım haklı galiba; kolay kolay Plantu olunmuyor...
 
 
 
 
Reiser / Jean-Marc Parisis / Editions Grasset & Fasquelle / 1995
 
PLANTU Kanatlar ve Eller / Sevgi Türker Terlemez / Papirüs Yayınevi / Ekim 2005