- Aynı zamanda eğitmen, heykeltraş, ressam, yayıncı ve organizatörsünüz, neden karikatür çizmeye başladınız?
- 17 yaşında resim yapıyor, fotoğrafçı olarak çalışıyor, ilk şiirlerimi yayınlıyordum. 19 umda evli ve bir çocukluydum. Yaşamak için öğretmenlik yapmaya başladım.
60’larda karikatürlere çok ilgi duyuyordum. Gazete ve dergilerde beğendiğim karikatürleri kesiyor, biriktiriyordum. Ama kendim çizmeyi hiç düşünmemiştim.
80’lerin başında, açmış olduğum bir sergi sırasında, yapıtlarımdaki mizahı eleştiren ve neden karikatür çizmediğimi soran bir meslekdaşıma verdiğim “Sanat’ı bu kadar ciddiye almayın, O’na daha fazla mizah katın” yanıtı hayat boyu sloganım oldu.
Ardından Belçika ve Üsküp’te düzenlenen karikatür festivallerine katıldım. Sanat ve karikatürün ne denli iç içe olduğunu bu festivaller esnasında gözlemledim. Ve o andan itibaren ‘grafik mizah’ yapmaya başladım.
- Yani sizi karikatürcü yerine ‘grafik mizah sanatçısı’ diye mi adlandırmamız gerekir?
- Doğru, karikatür “ötesi”yim. Resimlerle, kelimelerle, şekillerle oynuyorum. Bana komik gelen pek çok durum ve konuyla karşılaşıyorum. Yoksa bile, onları gülünçleştirmek için kendimden birşeyler katıyorum. “Grafik mizah sanatçısı” diyebiliriz. Ya da en iyisi biz buna, işlerinde mizaha şıkça başvuran bir “sanatçı” diyelim!
- Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce hangisi önde gelmeli: şekil, teknik, ya da mizah unsuru?
- “Grafikle Mizah”/ “Grafikle Hiciv”
Karikatürlere, baskılara, heykellere ve kutulara verdiğim ad bu.
Şekil ve mizahî içerik bir numaradadır.
Resimlere gelince, onlar sadece ‘Sanat’tır!
- Pek çok yarışma ve festival düzenlediniz, karikatür albümü derleyip yayınladınız. Karikatürle bu kadar ilgilenmenizin nedeni nedir? Bu uğraşı gerçek bir iş alanı olarak görüyor musunuz, yani açıkçası karikatür işinden para kazanabiliyor musunuz?
- Böyle bir iş yapmak için insan biraz deli olmalı. Kan, ter ve gözyaşından oluşan ağır bir yüktür omuzlardaki, fakat yine de seviyorum. Hollanda Karikatür Festivali’ni başlatmamın nedeni, gazete köşelerinde sıkışmış kalmış siyah-beyaz çizimlerin aynı zamanda birer sanat yapıtı olduklarını kanıtlamaktı. Karikatürün salt günlük olmadığını, çizgiyle eleştirmenin ötesinde birşey olduğunu göstermek istedim.
Bugüne dek derlediğim 26 karikatür albümünden yalnızca üç adedi tamamen tükendi. Sonuçta az da olsa kâr ettim ve bu kazancı sanat kitapları yayınlayarak harcadım. Ama yılmadım, yakın bir gelecekte yeni karikatür festivalleri düzenleyeceğim.
- 2000 yılında, Türkiye’den birkaç karikatürcü dostumla birlikte Deventer’de düzenlemiş olduğunuz festivale konuk olduk. O zaman karşılaştığınız bazı sorunları anımsıyorum; sponsorlarınız bazı karikatürlerde verilmek istenen mesajlardan pek hoşnut kalmamışlardı. Bu tarz kavram sergilerini resmi makamların sponsorluğu altında düzenlemek biraz riskli değil mi?
- Evet riskli. Özgürlüğü severim. Bu nedenle müdahaleci olmayan kuruluşların sponsorluğunu yeğlerim. Deventer sergisinin kısmî sponsoru Deventer Turizm Ofisi idi, ne serginin temasından ne de verilen mesajlardan dolayı sorun yaşadık. Hollanda Kültür Bakanlığı, hiç sorgulamadan konukların biletlerini karşıladı. Sorun, Türkiye temsilcisinden kaynaklandı. Türkiye’den gelecek olan davetlilerin bilet ücretlerini ödemeyi ve açılışta Türk kahvesi ile Türk lokumu ikram etmeyi kabul etmişti. Zaten serginin adı da Deventer Ballı Çöreği ile Türk Kahvesi’ydi. Sergiyi de kendisi açacaktı ama, sergi kataloğunu gördükten sonra katılmaktan ve katkılardan vazgeçti. Ona gore karikatürler yeterince komik değil, üstelik inciticiydi!
- Kasım ayında bu kez siz İstanbul’da “PEEP-SHOW, çizimler - kutular” adlı bir sergi açacaksınız: Kutular nedir? , “Peep-show” kavramını biraz açar mısınız?
- Çocukken, ayakkabı kutularının içine resim yapardım (paper-panorama). Aile fertleri ile komşularımız 1 sent karşılığında, açtığım delikten kutunun içindekini izleyebilirlerdi. Gençliğimin peep-show’larıydı bunlar! Şimdi tahtadan kutular yapıyorum: Yaşam kutuları, asker kutuları (savaş karşıtı), saygı kutuları… ve artık sadece akraba ve komşulara göstermiyorum, dünyaya açıyorum. Üç boyutlu, özel mesaj içeren, mizahla paketlenmiş kutular.
Peep-show kışkırtıcı bir başlık… Peep-show’lar ilk olarak 60’lı yıllarda, Amsterdam’daki meşhur red-light-district’te (seks mahallesi) başlamıştı. Pek çok kapalı penceresi olan bir odaya girdiğinizde, bir florin karşılığında seçtiğiniz pencerenin perdesi açılır ve birkaç dakika boyunca çıplak bir kadını gözetleme hakkına sahip olurdunuz…
- Bu, serginizde çıplak kadınlar izleyeceğimiz anlamına mı geliyor?
- Sizleri hayal kırıklığına uğratacağım için üzgünüm!
Kimi kutuların içinde çıplak kadın vücudu ayrıntıları algılayabilirsiniz, ama onun anlamı başka; çıplaklığı vurgulamak ya da şoke etmek için yapmadım, hikâyeyi bütünlüyorlar.
- Sergideki çizgiler bölümünün büyük kısmı resim ustalarına saygı olarak tasarlanmış. Bu ustalardan hiç etkilendiniz mi?
- Bu seriye yeni başladım. Özellikle çok beğendiğim sanaçılar Renoir, Mondriaan, Van Gogh, Appel ve Picasso için çizdim. Elbette bu saydığım sanatçıların yapıtlarından esinlendim. Ben çok genç yaşta resim sanatına esir düşen bir geçmiş yüzyıl çocuğuyum.
1956 yılında, henüz on yaşındayken, Amsterdam’da Çağdaş Sanatlar Müzesi’ni (Stedelijk Museum) ilk kez gezmiş ve bu ziyaret üzerimde büyük bir etki yapmıştı.
Mondriaan’daki uyum, Wagemaker’deki geniş bakış açısı, Appel’in ifade tarzı ve Picasso’nun deformasyonları, tüm bunları işlerimde bir araya getirmeye çalışıyorum.
Çalışma tarzım ve ses tonum tipik Nieuwendijk’tir, kendi imzam.
Gücüm deformasyondan kaynaklanıyor. Ama esas anlatmak istediğimin açık ve yalın olmasına özen gösteriyorum. Şiir, aşk, ihtiras, mizah, felsefe ve kendimle alay yaşama yansıttığım motivasyonlarımdır. Kafamda dünya kadar fikir var. Kaosun içine huzur, varoluşa da renk katmaya çabalıyorum.
- Kaosa huzur katmayı açar mısınız biraz?
- Yani “bir ara verin” demek istiyorum. Karmakarışık yaşantımızda bir “huzur arası” yaratmaya çalışıyorum. Resimlerime, çizimlerime, kutularıma bakan izleyici için bir huzur ve neşe arası yaratmaya çabalıyorum. Bunları oluşturma sürecinde ise kendi iç huzurumu yaratıyorum!
- Kendinizi siyaset yelpazesinin neresinde tanımlarsınız? Tipik bir Hollandalı olduğunuzu varsayabilir miyiz?
- Tipik Hollandalı’dan ziyade, Avrupalı’yım. Tamam, Rembrant’ın, Vermeer’in, Van Gogh’un, Mondriaan’ın ülkesinden geliyorum ama milliyetçi miyim? Sporda evet! Sanatta, şimdi ve hep… Fakat siyasette, hayır (belki birazcık). 60’larda Barışçı Hareket Partisi’ne üyeydim. Bu parti bugün varlığını sürdürebilseydi onları hâlâ destekliyor olurdum! Sanırım bugün eşitlik ilkelerine çok duyarlı bir sosyalistim.
Dünyamızda dengesizlikler sürüyor. Gerçekten kendimizi KENDİ dünyamızda hissedebiliyor muyuz? Öldürülen, işkence edilen, hapse atılan insanlar için gerçekten üzülüyor muyuz? Konuşma, yazma, çizme özgürlüğü bizi ne kadar ilgilendiriyor?
Kahraman politikacılar? Belki iki üç kişi… Nelson Mandela’yı, Vaclav Havel’i, Gandhi’yi sayabiliyorum. Politikacıların pek çoğuna güvenmiyorum.
Özgürlük, uğruna savaşmak istediğim yegâne kavram. Ama silahla değil, mizahla ve renkle!
|