Mutluluktan ölmek! - 02.03.2011
Mutluluktan ölmek!
Son haftalarda yaşlanmayla ilgili çok sayıda mail almaya başladım. Hemen hepsi altmış yaş sınırını aşmış olan erkeklerle ilgili çeşitli internet geyikleri... Aralarında matrak olanlar da var, saçma sapanlar da… Ama sayıları o kadar çok ki, ‘aptal sarışın’ şakalarına bile açık ara fark attılar! Rastlantı değil, bu mailleri gönderenler çoğunlukla eski okul arkadaşlarım... Nedeni basit aslında: Hepimiz altmışlık olduk!
Evet, herhangi bir aksilik olmazsa, bu yazının yayınlanacağı 2 Mart günü, kulunuz da altmışlıklar kervanına katılmış olacak, ne güzel değil mi? Mutluluğun doruğuna yolculuğun ikinci istasyonu gibi bir şey… İlk istasyona 46 yaşında varılıyormuş. “Ve insan yaşlandıkça daha mutlu bir canlıya dönüşüyor. Bu keskin hayati kavşak noktası da ortalama olarak 46 yaşındaymış.” Bunu ben değil, geçen haftaki başyazısında Yayın Yönetmenimiz İvo Molinas yazıyordu. Hatta Maurice Chevalier’den harika bir alıntı da yapıyordu, pek çoğumuz gibi bir süredir felsefeye sarılan başyazarımız. Ünlü sanatçıya yaşlanmakla ilgili duygularını sormuşlar, o da yanıtı yapıştırmış: “Alternatifini düşünürseniz hiç de fena değil.Yaşlılık ölümden çok daha iyi!”
Gel de bunu Nino’ya anlat! Adam mutluluktan adeta uçarken bir de nakarat tutturmuş gidiyor: “Sen de artık yaşlandın! Sen de artık yaşlandın!” Sana ne yaşımdan diyeceğim, diyemiyorum; ailemizin bütün sağlık sigortaları bu ‘yaşlı adamın’ elinde. Bir prim çıkmış ki evlere şenlik! Maurice Chevalier’ye nazire olarak, “ama ölmek daha kârlı” dedirtecek kıvamda. Yine de hakkını yememek lâzım, süper bir ‘brooker’dir Nino Debehar. “Boş ver ayakta tedaviyi, senin yaşında adam artık ancak yatarak tedavi olur…” diyerek aile bütçemizi kurtarıyor…
Altmışlık erkekler hakkında bilgisayarıma düşen şakalar ikiye ayrılıyor: Seks ve sağlık. Seks konulu olanlar da kendi içlerinde iki kategori oluşturmakta: Başarı ve başarısızlık. Ama neresinden bakarsanız bakın, işin ucu sonunda sağlığa bağlanıyor. Seks varsa, sağlık da var. Seks yoksa? Bunun neresi sağlıklı ki?!
Yanlış hatırlamıyorsam öykü Aziz Nesin’indi. “Delikanlı genç kıza âşıktır ama genç kız kırk yaşında bir morukla evlenir.” On yıl sonra yazar öyküyü gözden geçirir ve şöyle bir değişiklik yapar: “Delikanlı genç kıza âşıktır ama genç kız elli yaşında bir morukla evlenir.” Aradan bir on yıl daha geçer, moruk’un yaşı altmış olur. Derken, yetmiş, seksen, doksan, öyle gider… Aziz Nesin çapkınlığıyla da ün salmıştı, öldüğünde seksen yaşındaydı. Meraklısı için: Maurice Chevalier için de müzmin bir çapkınmış derler, 84 yaşında öldü. Mutluluktan ölmek diye buna derim ben!
Sağlık konusuna dönecek olursak, bu mesajlar biraz daha önemli gibi. Hatta bazılarını ciddiye dahi almak gerekebilir. Örneğin son gelen maillerden birinde beyin sağlığı ve Alzheimer hastalığından söz ediliyor. Metnin yazarı kendisi için şöyle bir ifade kullanmayı uygun görmüş: “Altmışına merdiven dayamış bir yaşlı olarak düne baktığımda...” Buyurun buradan yakın! Daha okumaya başlamadan beni ‘delete’ et diye haykıran bir mesaj, ama konu başlığı enteresan, beyin sağlığı! Okumayı sürdürelim:
“Biz çocukken, evde bakır kaplarda pişerdi yemekler... Sonra birden alüminyum furyası çıktı! Herkes bakır kaplarını satıp evi alüminyum kaplarla doldurmaya başladı... Büyük kolaylıktı. Hafifti, ucuzdu, kalaylanma derdi yoktu! Yıllar yılı alüminyum kaplarda pişmiş yemeklerle beslendi beyinlerimiz!
Ve atıldı ortaya bir yeni keşif! “Alzheimer”, yani ALÜMİNYUM hastalığı!
Bu hastalığa yakalananların beyin hücrelerinde normalin dört katına kadar alüminyum fazlalığı tespit oldu 1989’da... Özellikle, beynin hafızayla alâkalı ‘hippocampus’ bölgesindeki hücrelerde bu birikim çok fazla olarak bulundu. İnsanların farkında olmadan gıda ve diğer yollarla aldıkları fazla alüminyum beyni iflasa sürüklüyordu... İsimleri, yerleri, kişileri hatırlamaz hâle getiriyordu “ALZHEİMER” hastalığı. Ve bunda, kullanılan alüminyum kapların etkisi çok büyük!”
Elli kusur yıl önce ilkokula giderken kendimi görüyorum: Beyaz yaka, siyah önlük… Bir elimde tahtamsı kahverengi bir çanta, diğer elimde iki kaplık bir sefertası… Çantada kitaplarım, sefertasında öğle yemeğim; ilk kap ısıtılacak, ikincisinde meyve var, soğuk yenecek. Yanlış hatırlamıyorsam, su içmek için de bir teleskopik bardağım var; açılıp kapanıyor. Hepsi de alüminyumdan… Aman Tanrım! Beyin hücrelerime alüminyum tozu bulaşmış mıdır acaba? Yoksa onun için mi televizyonda izlediğim filmlerin ancak sonlarına gelince daha önceden seyretmiş olduğumu hatırlıyorum? Gerçi karım bunu televizyon karşısında uyuklamama bağlıyor ama inanmıyorum. İtiraf edeyim, bazen hatırlamamak iyi geliyor sanki… Mutluluk dedikleri böyle bir şey mi yoksa?
Bu Çarşamba altmışıncı yaş günüm. Yakınlarımı, sevdiklerimi tembihledim, kesinlikle sürpriz istemiyorum dedim. Mutluluğun bu ara istasyonuna bir başıma varmak istedim. Olmadı! Çok sevgili yeğenim Merve, ki aynı kızım gibidir, sürpriz partilere bayılır. Bugüne dek ailemizin tüm sürpriz doğum günü partilerini Merve düzenlemiştir. Bu kez de öyle yaptı. Hafta sonunda aradı, “Enişte, Çarşamba akşamı beni istemeye gelecekler, teyzemle birlikte görev size düşüyor” dedi. Hadi bakalım, bundan büyük sürpriz olur mu? Mutluluktan öldüm öleceğim…
02 Mart 2011