Mizahçı mısınız?
Mizahçı mısınız? Sizi şöyle alalım…
 
Kimi gazete ve dergilerde bazı sayfalar vardır; buradaki yazı ve resimler diğer sayfadakilerden bilinçli olarak ayrı tutulmuştur, hafiftirler (yani light!). Bulmaca bilmece türü çeşitli oyalamacanın yanı sıra, fıkra ve karikatürler de bu sayfalara sığdırılmıştır. Hatta bazen yayın yönetmenleri hızlarını alamaz, sayfanın tepesine bir de “mizah” başlığı kondururlar. Böylelikle okurlarına yanılabilme seçeneğini de tanımazlar; o sayfalara konan yazılar, sergilenen karikatür ve resimler salt komiklik olsun diye üretilmiştir, ciddiye alınamaz!
 
Bu sayfalar beni hasta eder!...
 
Mizahın ne olup olmadığı derin tartışmalara neden olmaktadır. Ciddiyetleri ciddiye alınmayan mizahçılar sık sık mizah kavramını tartışmak zorunda bırakılırlar. Oysa mizah yoluyla eleştiri yapanlar genellikle çok ciddidirler. Kendilerine güldürürken, kendimize gülmemizi ve düşünmemizi sağlarlar. Kimimiz kendimize gülünmesinden pek hazzetmeyiz, bu nedenle de mizahçıları kategorize eder, “mizah sayfaları”nda tecrit ederiz.
 
Art Spiegelman ciddiye aldığım mizahçıların başında gelir. “MAUS”u ilk gördüğümde haftalarca elimden bırakamamıştım. 1980 yılından 1991 yılına kadar Amerika’da yayınlanan Raw Dergisi’nde tefrika edilen, sonradan kitap olarak da yayınlanan MAUS, Holokost’u anlatıyordu.

Bir mizahçının, hele de popüler kültürlere seslenen bir karikatürcünün çizgi romanında Holokost’u konu etmesi hoşgörülemez. Hafızası güçlü Şalom okurları hatırlayacaklardır; zamanında Oscarları toplayan Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmini sert biçimde eleştirmekten kaçınmamıştım. Toplama kamplarını bir tatil kampı havasında yansıtmaktan çekinmeyen bir filmin seyirciye rahat bir ortam sunmasını bir türlü sindirememiştim. Bana göre, mizah kisvesi altında insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ayıbı hafife alınmıştı.
 
Oysa Charlie Chaplin bile, 1939 yılında çevirdiği başyapıtı “Diktatör” için, savaştan hemen sonra şunları söylüyordu: “Toplama kamplarında yaşanan gerçek dehşeti bilebilseydim, Diktatör filmimi asla gerçekleştirmezdim. Nazilerin cinayetini oyunlaştıramazdım.”
 
Art Spiegelman ise Holocaust’u, anne ile babasının yaşadıkları trajediyi bir çizgi romana dönüştürme cüretini göstermişti. Ama nasıl bir çizgi roman? Yahudilerin fare, Almanların kedi, Polonyalıların domuz, Amerikalıların köpek figürleri ile temsil edildikleri, metaforlarla yüklü ancak insancıl yanı ağır basan, sorgulayan, düşündüren, araştıran, iki kuşak arasındaki anlayış farkını irdeleyen bir çizgi roman… Asla bir “Yeni Başlayanlar İçin…” tarzında değil... Diyebilirim ki, okuduğum pek çok kitap,  - Claude Lanzman’ın dokuz buçuk saatlik SHOA’sı hariç -  izlediğim bir yığın film arasında beni en çok etkileyen, rahatsız eden, Holocaust nefretini ta içimde hissetmemi sağlayan “MAUS” olmuştur.
 
Geçenlerde elime eski bir dergi geçti. “Index On Censorship” adlı bu aylık düşünce dergisinin Haziran 2000 sayısı mizah konusuna ayrılmıştı. Yani sayfaların bir bölümü mizah başlığı altında gayrı ciddi yazı ve makalelerle doldurulmamış, tam aksine derginin tamamı mizahı ve mizahta sansürü irdeleyen yazılardan oluşmuştu. Art Spiegelman ile yapılmış bir röportaja da yer verilmişti dergide. Söyleşisinde Spiegelman, ironik bir biçimde mizahtan anlamadığını açıklarken, yapıtlarının güldürmekten ziyade gerçekler üzerine ses getirmek amacı güttüğünü ve mizahı araç olarak kullandığını vurguluyordu.
 
Spiegelman’la yapılan röportajı okurken, galiba mizahçılar sonunda tecrit edilmek istendikleri mizah sayfalarından kurtulmanın yolunu bulmuşlar diye düşündüm ve kendi kendime söylenmeden edemedim:
“Ben bunda gülünecek bir şey göremiyorum!”
 
8 Eylül 2002, İstanbul