Kültür Şart! - 07.10.2009
Kültür şart!

Bayramlar biter bitmez eğitim yılı başladı. İyi de oldu. Ne diyor Cem Yılmaz? ‘Eğitim şart!’

Aslında bu ifade biraz daha geliştirilebilir: ‘Eğitim şart, ama kültürsüz olmaz!’

Bayram tatili nedeniyle Şalom bir hafta çıkmayınca kendimi boşlukta hissettim. Şeker Bayramında basın dünyamızın bütün ağır topları nedense soluğu Paris’te almışlardı. İzlenimlerini hasetle okumuştum. Hazır Şalom bayram tatilindeyken, bari Fransa’da minik bir kültür banyosu yapayım dedim. Ne ki, bindiğim uçak Charles de Gaulle’e değil, Nice Côte d’Azur havalimanına iniverdi! Nice’te yaz etkisi sürüyor, deniz sıcak, plajlar dolu, kızlar güzel, üstsüz yasağına aldıran yok… Hazır buraya gelmişken üç-beş gün oyalandım.

Tabii sadece plajlarla yetinmedim. Birkaç resim ve yerleştirme sergisi gezdim. Sokak konserlerini izledim. Burada sanat, tüketimi tetikleyen önemli bir unsur olarak görülüyor. İnsanları sokaklara dökmek için bedava gösteriler düzenleniyor, sanatçılar performanslarını sunarken tanınmış markalar outlet’lerini sokaklara taşıyor, yüzde altmışlara varan indirimlerle alışveriş dürtüsü tetikleniyor. Ekonomik krizin ilacı sanat!

SAYGI ŞART!

Dört günlük bayram tatili esnasında İstanbul’da gezinirken, kimi galerilere girmiş, bienal mekânlarına uğramış, sanatçı ruhumu yeterince yıkamıştım. Hele Santral İstanbul’da bir Yüksel Arslan retrospektifi vardı ki, tadı damağımda, aklım da vermeye kıyamadığım 150 liralık katalogunda kalmıştı. Dönünce ilk işim sergiyi bir kez daha gezip katalogu almak olacak!

Yüksel Arslan yaptığı işe saygı gösteren bir sanatçı. “Her sabah, üç bardak çayı yuvarladıktan sonra masaya oturmak, okumak ve çalışmak, çalışmak ve okumak! Buna hayat mı denir? Rayına oturtmayı başardığım tek şey çalışma yöntemim.” Bir konuyu yıllar boyu - insan temasını tam on dört yıl! — her katmanda inceleyip, bulgularını, etkilenişini tuvale döken bir ressam. Yaptığı işi resim değil ‘Arture’ olarak adlandırıyor. Değişik bir teknikle, kendine özgü malzemeler kullanıyor. Bunlar sır değil, zira sergi boyunca hepsi açıklanıyor. Sanatçı yalnız yaptığı işe değil, izleyicisine de saygılı.

Sergiyi gezerken sanatçılarımıza ne kadar saygı gösterdiğimizi düşündüm. Yakınlarda yapılan bir araştırmanın sonucuna göre İstanbullu öğrencilerin %68’i sanata kayıtsız. Kalan %32 içindeki Yahudi gençlerimizin oranının yüksek olmasını diliyorum ama çok ümitli değilim. On yılı aşan bir süredir Schneidertempel’in yöneticiliğini yapıyorum. Bu emsalsiz mekânda onlarca sergi - konser düzenledik. Ne yazık ki izleyicimiz arasında sözünü ettiğim kesim pek yer almıyor.

Nadia Arditti de bronz heykelleriyle galerimizi onurlandıran kıymetli sanatçılarımızdan. Yapıtları görülmeyi hak ediyor. Fransız Rivierası’nda son izlediklerimle kıyasladığımda, Nadia’nın ne kadar önemli bir sanatçı olduğunu bir kez daha anlıyor, saygı duyuyorum. Schneidertempel’deki Nadia Arditti sergisi 25 Ekim tarihine kadar sürecek. Henüz görmediyseniz, mutlaka kendinize zaman ayırıp gezmenizi tavsiye ederim.

GÜVENLİK ŞART!

Bayram tatilinin son günü gelen acı haberle üzüldük: İvo Molinas sevgili babasını kaybetmişti. Maalesef baba acısının ne demek olduğunu iyi bilenlerdenim. Yolculuk arifesinde merhum Molinas’ın cenaze törenine katıldım. Ama sinagoga vaktinde gelmeme rağmen aileye başsağlığı dileyemedim.

Neve Şalom’a adım atar atmaz gözetime alındım. Güvenlikçi arkadaşlar haklı elbet, beni ilk kez görüyorlar. Boş yere değil Hahambaşımıza her göründüğümde, “Bizim dükkâna hiç uğramıyorsun!” diye sitem etmesi. Tanımıyorlar işte…

Giriş kapısının sağında kulunuz ‘olağan şüpheli’ muamelesi görürken, soldaki kapıdan eş dost akın akın içeri giriyordu. Arada bir “n’aber, nas’sın” diye selamlaştıklarım oluyordu ama aksakalımdaki potansiyel tehlikeyi sezen külyutmaz arkadaş için yeterli bir ölçüt değildi bu.

Asır kadar süren birkaç dakikalık sıkıntılı bir bekleyişin ardından sağdaki sorgu odasına alındım. İçerideki koruma meleği niçin geldiğimi sordu nazikçe. Cenaze töreni için cevabım tatmin edici bulunmadı ki, merhumun adını sordu bu kez. “Hatırlamıyorum, tanımıyordum, oğlu İvo, Şalom Gazetesinde yayın yönetmenimdir…” Meğer tılsımlı sözcük Şalom’muş! Sorgu bitti, kimliğe dahi bakılmadan içeri buyur edildim. Basının gücü dedikleri bu olsa gerek. Sen çok yaşa emi Şalom!

Ertesi gün havalimanında Nice uçağını beklerken eski bir arkadaşıma rastladım. Zaman onun da sakalını kırlaştırmıştı. Okuldayken benzeşirdik. Hatta bazı öğretmenler ikimizi karıştırır, biz de bundan yararlanırdık. Şimdiyse ikiz kardeşlere benziyorduk. “Sizin cemaatte ünlüsün; biliyor musun geçenlerde bu benzerlikten yararlandım” dedi. Meğer bir Yahudi arkadaşının oğlunun düğünü için hayatında ilk kez Neve Şalom’a gelmiş. Kapıda herkesi durdurmuşlar, bir tek onu sorgusuz sualsiz içeri buyur etmişler. O da bunu benzerliğimize yormuş. “Haklısın, bazen de beni sen sanıyorlar” dedim, anlamadı tabii.

Nice dönüşü Çin’e uğrayacağım. Bakalım oralarda kültür ve sanatta ifade özgürlüğü ne durumda. İstanbul’a döner dönmez izlenimlerimi yazarım. Şimdilik hoşçakalın…

07 Ekim 2009