Kichka

Kichka

KICHKA ile ‘İkinci Kuşak
Babama Söylemediklerim’

Michel Kichka ile yaklaşık on yılı bulan bir tanışıklığımız var. Onu ilk kez Fransa’daki bir TV programının çekimleri esnasında tanıdım. Daha sonra pek çok uluslararası etkinlikte birlikte olduk. Bir insanı en iyi yolculukta tanırsınız derler ya, Kichka ile çok sayıda yolculuk yapma bahtına erdim. Hatta bir defasında Japonya’yı boydan boya kat ettik, hem de Filistinli bir meslektaşımızla birlikte. Kichka’nın pozitif kişiliği bulunduğumuz her yerde hemen açığa çıkıyordu.

Kudüs’teki evlerine konuk oldum. Eşi Olivia’yı ve ailesini tanıdım. Birbirlerine son derecede bağlı ve mutlu, örnek bir aile görüntüsü veriyorlardı. Belçika’da yaşayan Michel’in babası Henri Kichka ise onların gözünde adeta bir kahramandı. İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Almanlar tarafından toplama kampına alınmış, Ölüm Yürüyüşü’nü yaşamış, tüm aile bireylerini savaşta yitirmiş, babası kampta kollarında ölmüştü. Michel Kichka, hemen her çiziminin içine Henri Kichka’nın bir karikatürünü yerleştirmeyi ihmal etmiyordu. Babasının kolundaki numarayı ezbere biliyordu. Meğer bu mutlu aile tablosunun arkasında büyük bir dram gizliymiş. Michel Kichka’nın on yıllar boyunca içinde biriktirdiği, bir türlü dışa vuramadığı trajik bir hikâye. Ama sonunda patladı Kichka! Üç yıl boyunca yemedi içmedi, oturdu kendi yaşam öyküsünü önce yazdı sonra da çizgiye döktü. İnsanı daha ilk karesinden kavrayan bir öykü ve mükemmel çizgiler; belli ki içinin ta derinliklerinden çıkmış, kâğıdın üzerine öylece dökülüvermişler. Michel Kichka, geçtiğimiz Eylül ortasında Tarih Vakfı ile Cartooning for Peace’in düzenledikleri bir etkinlik nedeniyle İstanbul’daydı. Nisan ayında Fransa’da yayınlanan kitabının ilk çevirisi Türkçe oldu ve bunda da biraz pay sahibiyim. Samimiyetimize sığınarak onunla Şalom Dergi için ‘sınır ötesi’ bir röportaj gerçekleştirmek istedim. Ancak bu sayıya yetişmesi için ortada bir zaman sorunu vardı. Bunun üzerine sorularımı peyderpey yazılı olarak geçtim, o da hiç üşenmeden her birini anında yanıtladı. Sonra da üzerlerinde biraz tartıştık. Yaşasın iletişim teknolojisi!




MICHEL KICHKA BASTIRILAMAYAN
BİR HESAP SORMA GÜDÜSÜYLE
HAYATININ ÇİZGİ ROMANINI YAZDI.

Belçika ekolünden gelen renklendirme ustası diyebileceğim bir çizersin, peki kitabın niçin siyah – beyaz? Kitap elime geçtiğinde çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Bu kararı alma nedenin nedir?

Başlangıçta ben de renkli tasarlamıştım. Siyah-beyazı geçici bir etap olarak görüyordum. Ancak editörümle birlikte baktığımızda rengin gerçekten gerekli olmadığını sezinledik. Referanslarım, elimdeki belgeler, eski aile fotoğraflarımın tamamı siyah-beyazdı, Holokost fotoğrafları da öyle. 60’lı, 70’li yılların atmosferini nakletmek ve öyküyü anlatmak için rengi gerekli görmedik.

“İkinci Kuşak”ta tartışmasız bir şekilde beyazlar ağır basıyor. Oysa çoğu çizgili Soykırım öykülerinde genellikle siyah hâkimdir. Bu senin iyimser yapının ve benimsediğin yaşam felsefesinin bir yansıması mıdır acaba?

 Karartmak için karartmak istemedim. Siyahı bir renk olarak kullandım. Gri tonlar için taramalara başvurdum. Benim için oldukça yeni bir yöntemdi ve bu da resimlerimdeki siyahın işlevi konusunda düşünmemi sağladı. Bunu yaparken çok keyif aldım. Beyazı da bir nefes alma aracı olarak kullandım.

Gelelim kimlik meselesine… “Ebeveynim Yiddiş konuşurdu ve herhalde kim olduğumuzu anlamamızı sağlayacak şeyleri bu dilde söylemiş olmalıydılar” diyorsun. Kimliğine nerede ve nasıl kavuştun? Nasıl tanımlıyorsun onu?

 Biz varken kendi aralarında Yiddiş konuşmaları, sanki bizi aile çemberinden uzaklaştırdı. Bugün Yiddiş konuşamadığıma pişmanım. Kimlik arayışım ise yetişkinliğimde başladı. Bu kitap aslında bunun bir sonucudur. Kendim için onca yazı, onca düşünce, onca zaman… İkinci kuşağın bir çocuğu olduğumu ve bu olgunun kendi kimliğimin özünde yer aldığını anlamam için tam 30 yıl gerekti.

Bu kimliği nasıl tanımlıyorsun şimdi?

Doğuştan Yahudiyim; laikim zira Tanrı var olsaydı Auschwitz olmamalıydı; İsrailliyim zira köklerim ve halkım İsrail’de.

Çocukluğunda ya da gençliğinde, babanın gözünde görünmez olduğunu sandığın anlar oldu mu? Hitler’den öç alma arzusu sonucunda dünyaya getirildiğinize dair bir duyguya kapıldın mı hiç?

Hayır, hiç böyle duygulara kapılmadım. Ne görünmez olduğum, ne de Hitler’den alınmış bir öç olduğum. Ama o dönemlerde sanki bambaşka bir dünyada yaşıyordum. Rüştümü ispatladıktan, evimi terk edip İsrail’e yerleştikten, evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra ancak bunun farkına vardım.

Demek gerçek! Beni en fazla etkileyen sekanslardan birinde, kız kardeşin Hannah ile son buluşmanızı aktarırken şöyle diyorsun: “Tüm mantıksızlıklarına karşın onları anlamak zorundaydık. Sevgimizin içinde ne çok merhamet vardı!” Hannah da “Hitler onlarınkini çaldı diye bizim ergenlik krizi geçirmeye hakkımız olmadı” diye yanıtlıyor. Gerçekten de ergenlik çağınızı çaldıklarını düşünüyor musun?

Normal bir şekilde yaşamamızı engellediler diyebilirim. Ama bunu onlardan gizlemek zorunda kaldık. Öyle sanıyorum ki, kendi öz ergenlik dönemleri savaş yüzünden duygusallıktan tamamen soyutlanmıştı. Babam genç yaşında çok trajik bir biçimde yetim kaldı. Her daim anne baba sevgisinin arayışında oldu ve çok muhtemeldir ki, bu anlamda kendini “ampute” (koparılmış) hissediyordu.

Peki, babanla ilişkine kıyaslayacak olursak, senin kendi çocuklarınla iletişimin ne durumda? Kitabın bir yerinde karın Olivia’yı oğlun David ile aranıza girerken görüyoruz, sana oğlunu bu kadar eleştirmemeni söylüyor. Acaba çocuklarına kendi ergenlik sorunlarını doyasıya yaşama şansı verdin mi?

Sanırım evet, ancak Olivia’nın pek çok hususta gözlerimi açmama yardımcı olduğunu da itiraf etmem gerekiyor. Aslında bunu çocuklarıma sormak gerekir. Bir ebeveynin, bulunduğu konum nedeniyle bu soruya objektif olarak yanıt vermesi güç. Kabaca, yapabileceğimin en iyisini yaptığıma inanıyorum.

Gelelim kitabın en can alıcı, ya da daha doğrusu en can acıtan yerine; Kardeşin Charly, intihar etmeden önce sana yazdığı o çok özel mektupta şöyle diyor: “Annemle babamın sundukları hayat bana yeterli olamadı”. Doğru anlıyorsam, Charly onların iyi örnek olamadıklarını söylerken, kendi başarısızlığının nedenini de onlara yüklüyor. Öyle değil mi?

Bu soruna Charly’nin mektubunu analiz ederek cevap vereceğim:“Annemle babamın sundukları hayat bana yeterli olamadı” derken, Charly bana şunu anlatmaya çalışıyor: Annemizle babamız ona hayatın güçlükleriyle mücadele etme azmini vermediler. Hayatta bir şeyler yapması için, başarılı olma arzusunu ve hırsını sağlayacak gerekli kişiliği edinmesine, sorumluluk sahibi olarak geleceğe güvenle atılmasına yardımcı olmadılar. Hayat, onların gözünden baktığı kadarıyla, yaşanmaya değecek kadar müthiş bir şey değildi. Zavallı Charly gelişim yılları boyunca ona mutluluğu yaşatacak türden bir sevgiyi tadamadı ne yazık ki. Anne babasına bağımlılık derecesinde bağlıydı. İntihar, onlara olan kırgınlığını dile getirmek ve bir şekilde bunu anlamalarını sağlamak için bulabildiği tek çözüm yolu oldu. Bu cümleyi işte böyle yorumluyorum. 
Ve ben, kendi hesabıma bu mektubu onlara göstermemeye karar verdim, zira ben de onlara aynı şekilde kırgındım.

Charly ile sen iki zıt kutup gibiymişsiniz. Seni hep yüzünden eksik olmayan gülümsemenle, enerjik, kararlı ve başarılı bir insan olarak tanıyorum. Tahtaya vuruyorum!


Birbirimizden tamamıyla farklı olmakla birlikte, inanılmaz derecede ortak yönlerimiz vardı…

Acaba bunda senin genç yaşta evden ayrılıp İsrail’e gitmiş olmanın bir rolü olmuş mudur??

Evimden on dokuz buçuk yaşımda ayrılmamın, İsrail’e yerleşmemin, Olivia’yı tanımış olmamın, grafik tasarım konusunda eğitime başlamamın, çok genç yaşta baba olmamın, hepsinin önemi var. Beni ayakta tutan ve bana güç veren bunlar oldu..

Özellikle de sevgili eşin Olivia’nın etkisi herhalde? Onun da son derece etkin pozitif bir kişilik sahibi olduğuna tanığım…

Çok doluydum, Olivia bunu hissetti ve bana inandı. Bana merhametli olmayı, vermesini bilmeyi, yapıcı ve pozitif olmayı öğretti. Hatalarımı görmemi, eleştirileri olgunlukla kabul etmemi sağladı. Bütün bunlar sayesindedir ki bugün olduğum yerdeyim.

Evet, kitabı okurken anlaşılıyor, oysaki bazen Michel Kichka’nın içinde sanki başka bir Michel Kichka varmış gibi. Örnek vermem gerekirse, bir karede kardeşlerinle birlikte gülümserken aslında gülümser gibi yaptığını anlatıyorsun. Örnek aileyi oynuyorsunuz! Bana kendi gerçeğini anlat, içindeki çocuk öteden beri var mıydı?

 Mutluymuşuz gibi yapıyorduk, belki de bu şekilde mutlu olabileceğimizi düşünüyorduk. Bir de anne babamızı mutlu etmek istiyorduk, çünkü onlar bizden mutlu olmamızı talep ediyorlardı. Ben hep karikatürlerime ve çizgi romanlarıma sığınırdım. Ayrıca çok iyi dalga geçerdim… İçgüdüsel bir hayatta kalma refleksi herhalde!

İsrail’e gelir gelmez Olivia’yı tanıma şansını yakaladın ve evlendiniz. ‘Şans’ sözcüğünü bilinçli olarak kullandım zira Olivia bir Yahudi kızı! Peki, ya olmasaydı? Annenin bu konudaki telkinlerini yazıp çizmişsin. Yahudi olmayan kız arkadaşlarından kendi rızanla ayrıldığını da biliyoruz. Olivia Yahudi olmasaydı, aşkınızın akıbeti diğer gençlik aşkların gibi mi olacaktı?

‘A posteriori’ bir soru bu, yanıtlaması zor. İsrail’e yerleşmek üzere geldiğimde, Yahudi bir kızla karşılaşmak için maksimum şansım olduğunu biliyordum. Ama pekâlâ İskandinavyalı bir gönüllüye, Arap bir öğrenciye ya da Yahudi olmayan bir turist kızına âşık olabilirdim. Ben İsrail’e kendimi bulmaya geldim, kendime eş bulmaya değil!

 Anlıyorum. Ailen savaştan sonra Belçika’da bir Yahudi mahallesinde yaşamaya başlamış. Burada kendilerini daha mı güvende hissetmişler?

Liège’deki küçük kasabamızda Yahudi mahallesi yoktu. Birbirine bağlı küçük bir cemaat vardı. Bir sinagogumuz, bir küçük sosyal tesisimiz, bir de gençlik derneğimiz vardı. Gelenek ve ritüelleri dedemden, yani annemin babasından öğrendim.

Kitapta okuduğum kadar, sendeki ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı tepki daha çok genç yaşlarında açığa çıkmış. Şimdiyse, neredeyse bütün dünya tarafından tanınan İsrailli bir yazar ve karikatürcüsün. Yurtdışında kimi zaman antisemit söylemler ya da sataşmalara maruz kaldığın oluyor mu?

İnsancıl anlamda beslenmemi sağlayan hiç kuşkusuz Olivia’dır. Onu tanıyana dek siyasi bilince sahip değildim. O adalete susamış bir düşünce eylemcisidir. Paradoksal olarak tüm bunları ben çok geç algıladım.



Cartooning for Peace buluşmalarını söylüyorsan, orada her zaman hoşgörü, diyalog ve saygı ağır basmaktadır.

Peki, o halde bu kez daha net sorayım: Sence, İsrail’e karşı olmakla antisemit olmak arasında fark var mı?

İsrail devletinin politikalarına karşı olmakla – ki tamamen meşrudur – İsrail’e karşı olmak arasındaki farkın altını çiziyorum. Zira İsrail’e karşı olmak, İsrail Devletinin varlığına karşı olmak olarak algılanabilir ki, bu aslında gizli bir antisemitizmin tezahür etme şeklidir. Bugünün militan anti-siyonist söylemi de genellikle yeniden şekle bürünmüş antisemitizmin döngüsüdür. İtiraf edilmeyen, ayıp bir antisemitizm!

Baban Buchenwald toplama kampına hiçbir zaman dönmedi, nedenini de anlayabiliyoruz. Buna karşın, sen onunla birlikte oraya gitmekte ısrarcısın. Hiç kuşkusuz Buchenwald’da acı çekecektir. Kendisini Auschwitz’deki gibi, sevgili izleyicilerinin önünde olduğu kadar rahat hissetmeyecektir. Bu yolculuk senin için de çok büyük ve özel bir tecrübe kaynağı olacaktır. İyi ama bu istekte gizli bir “intikam güdüsü” yok mu sence? Bunu biraz irdeleyebilir miyiz?

Israr etmiyorum. Kendi kendime verdiğim bir tepkiydi sadece. Buchenwald’a gitmeyeceğiz, hiçbir zaman söz konusu olmadı. Babama acı çektirmek niyetinde değilim. Hiçbir intikam isteğim yok. Nasıl yapabilirim ki? Günün birinde onunla Auschwitz’e gidebileceğimi bile sanmıyorum…

Kitap çıktığında ailenin tepkisi ne oldu?

Hiçbir tepki gelmedi. Böyle olması belki de daha iyi! Buna karşın, Charly’nin şimdi 35 yaşında olan kızıyla 30 yaşındaki oğlu, bu acı veren konuyu gözler önüne serme cesaretini gösterdiğim için bana defalarca teşekkür ettiler.

“İkinci Kuşak – Babama Söylemediklerim” hakkında uluslararası basında şimdiye dek pek çok eleştiri yazısı çıktı. Ama asıl okurlardan gelen eleştirileri merak ediyorum. İkinci kuşaktan olup da tepki veren oldu mu?

Hem de pek çok! Benimle aynı kuşaktan olup bana aynı şeyi yazan çok sayıda kişi oldu: “Öykümüzü anlattığınız teşekkür ederiz!” Bu da beni rahatlattı. Tüm bir kuşağın adına söz aldığımı hissettim. Sanırım yayınevim Dargaud da bu nedenle projeme inandı.

Belki de en kritik sorumu sona sakladım. 89. sayfanın hemen altındaki son karede İsrail bayrağıyla Auschwitz’de gezinen genç İsraillileri çizdin ve şunları yazdın: “Holokost bütün insanlığa aittir. Toplama kampları ya da en azından onlardan arta kalan dev mezarlıkta attığımız her bir adım, medeniyetimizi örten külleri kaldırmaya yarıyor. O yerleri tevazuuyla gezmeli”. Çok ağır değil mi bu! Tepki gelmedi mi?

Bazı kişiler tıpkı senin gibi “çok ağır” dediler. Yahudiler de, Yahudi olmayanlar da…

Son olarak kitabının Türkçe çevirisiyle ilgili görüşünü alabilir miyim?

Kitabın ilk çevirisi Türkçe oldu. Benim gözümde bu son derece önemli. Gururlu ve mutluyum, üstelik çeviriyi üstlendiğin için de çok memnunum.

Şalom Dergi - Ekim 2012 / Sayı 16