Sıradışı Sorular ve Cevapları
1990 yılında Arafat ile yaptığınız röportaj çok önemli bir gazetecilik olayıydı. Ancak sonrasında büyük bir tepki ile karşılaştığınızı, hatta yakınlarınız tarafından ‘antisemit’ olarak suçlandığınızı duymuştum. O günleri anlatır mısınız, aldığınız tepkiler neydi? Aileniz ve gazeteniz tarafından da eleştirilmiş miydiniz?
Bunlar doğru, yani ailem değil ama yakınlarım ve bazı çizerler tarafından suçlandım. Ama o günlere dönersek, 1990 yılında Tunus’ta bir sergi açmıştım. Bir akşam Arafat sergimi ziyaret ediyor. Karikatürlerime ilgisini farkedince, bu kez TV kameraları eşliğinde yeni bir görüşme talebinde bulunuyorum. Kabul ediyor fakat bir süre sonra ‘Körfez Krizi’ patlak veriyor. Tekrar buluşmamız Mayıs 1991 de. Bu kez kameralar var. İşte bu görüşmede, bildiğiniz o meşhur resimler çiziliyor.
Sonra kasetlerle eve dönüyorum, ve hayret! hiç tepki yok. Gazetem başta olmak üzere, kimse bu röportajla ilgilenmiyor... Aradan tam dokuz ay geçiyor, Tunus’taki bu görüşmeden kimselerin haberi yok. Çünkü “gazetecilere” göre, bir karikatürcünün Orta Doğu gibi son derece ciddi bir konuda böylesine ilginç bir röportaj yapması mümkün değil!
Bu arada Fransa’da ‘Scoop d’Angers Festivali’ne kasedimle katılıyorum ve en iyi “belgesel ödülü”nü kazanıyorum. İşte o noktada Liberation Gazetesi röportajımla ilgileniyor ve iki sayfada yayınlamak istiyorlar. Tamam diyorum, Le Monde Gazetesi’ndeki yayın yönetmenime de durumu bildiriyorum. “Bakın, yarın Liberation’da böyle bir yazı çıkacak”, diyorum. Yayın yönetmenim ilk kez tepki veriyor ve “Bu yazı Liberation’da yayınlanırsa Le Monde’dan kovulursun!” diyor. Tabi derhal telefon edip Liberation’dan özür diliyorum. Ertesi gün Le Monde röportaja bir sayfa ayırıyor.
Ondan sonra insanların ilgisi artıyor ve 1992 yılının Nisan ayında, yani söyleşiden neredeyse bir yıl sonra(!) kaset televizyonda gösteriliyor. Ne var ki, bu defa da gelen tepki karşısında şaşkına dönüyorum... Hele okurun tepkisi muhteşem!... Bugün, aradan on yıl geçmiş olmasına rağmen, hala gezdiğim ülkelerde, kentlerde, Strasbourg’da olsun, işte burada Ankara’da olsun, bu röportajlardan söz ediliyor...
Ancak öte yandan, bazı gazetecilerden yine de çıt çıkmıyor. Örneğin o tarihlerde pek popüler olan Anne Sinclair, ki kendisi Yahudi’dir ve Arafat ile görüşmemden önce beni dikkatli olmam konusunda uyarmıştır, nedense bu röportajdan hiçbir zaman söz etmedi, oysa ona kasedin bir kopyasını vermiştim.
Bunda karikatürcü kimliğinizin rolü var herhalde?
Elbette!... Bir kere onların kulübüne ait değiliz. Bizler iki sütun on santime sığdırılacak resimler yapan uslu cici çocuklarız. Yerimizden kıpardamadığımız sürece sorun yok, herkes tarafından çok seviliriz.
Oysa siz gazeteciliği karikatürünüzün önüne taşıyan bir çizersiniz. Bu noktada bir çelişkiye dikkat çekmek istiyorum; bir söyleşinizde gazetelerdeki yeni anlayıştan sitem ediyor ve “okuru cezbetmek için, haber başlıkları bile karikatür anlayışıyla kaleme alınıyor” diyorsunuz...
Evet, işimizi elimizden alıyorlar!...
Karşılığında siz de karikatürlerinizle onların işini yapmaya başladınız diyebilir miyiz? Yani olayları yorumlarken daha derinlere mi dalmaya başladınız yoksa?
Yok, bunu söyleyemem. Karikatür karikatürdür... Ancak yine de sürekli aynı konuyu işledikçe bazı nüanslar ortaya çıkabiliyor. Çizgilerimde gaddarım. Bir Filistinli öldürüldüğü zaman olayı tüm çıplaklığı ile gözler önüne sererim. Buna karşın Filistinlileri şoke etme riskini göze alabilirim. Örneğin ikinci intifadanın hemen başında çizdiğim bir karikatürde, ölü İsrail askerlerinin sayısının neredeyse Filistinli ölülere yakın olmaları yüzünden çok eleştirildim. (ekteki piramit karikatürü)
Acaba bu tür karikatürlerde Yahudi kökenli eşinizin biraz katkısı olabilir mi?
Hayır, özellikle de bu karikatürde yok... Aslında karımla ilişkim çok ilginçtir, bakış açılarımız farklıdır. Örneğin 1982 yılında İsrail’in Güney Lübnan’da gerçekleştirdiği harekat esnasında akşamları eve girmem çok zor oluyordu. Karımla gerçek bir sinir harbi yaşıyorduk. Ona göre 1982 yılında tüm Fransız basını antisemitti, kendi gazetem dahil...
Peki, size göre de “Le Monde”un bakışı biraz fazla Filistin yanlısı değil mi?
Gazetemin bu konudaki görüşü çok net; Filistinliler bağımsız bir vatana kavuşmalıdır. Çok basit bir karikatürcü mantığıyla olaya şöyle bakabiliriz; Yukarıdaki görüşü zora sokabilecek herhangi bir bakış ya da düşünce süpürülür! Örneğin 12 yaşında bir Filistinli mi öldürüldü, hemen kocaman bir başlık atılır... Oysa bir İsrailli bebek öldürüldüğünde, -üstelik bu kez kaza kurşunuyla değil, düpedüz dürbünlü tüfekle nişan alınarak-, nedense aynı büyük başlığı görmezsiniz! İşte beni kızdıran da bu... Ve ne yazık ki dengeyi sağlayacak güce sahip değilim.
Aslında aynı paralelde bir başka savaş için benzer şeyleri söyleyebilirim. Kosova olayları esnasında Milosevic aleyhinde çok şey yazılıp çizildi. Oysa UÇK hakkında pek eleştiri yoktu. Bu konuda ben birkaç karikatür çizmeyi denedimse de, bunlar o haber kalabalığında eridi gitti. Aslında günah çıkarmam gerekirse ben de Milosevic aleyhine 30 karikatür çizerken, UÇK aleyhine topu topu 2 karikatür çizmişim... Tuzak burada işte!
Hiç sonradan pişmanlık duyduğunuz karikatür çizdiniz mi?
Evet!... Bundan on yıl kadar önce, bir Amerikan haber ajansının bildirdiğine göre, Körfez Savaşı’ndan hemen sonra, Şamir Patriot füzelerinin planlarını Çinliler’e satmıştı. Dış haberler servisine haberi doğrulattıktan sonra, Şamir’i Çinliler’e füze planlarını verirken çizdim. Oysa verilen bilgi yanlıştı. Bu durumda İsrail Elçiliği aleyhime dava açsa, tazminat ödemek zorunda kalacaktım.
Bir karikatürü yanlış bilgiye dayanarak çizdiğiniz için kendinizi pek suçlayamazsınız. Ama benim sorduğum o değil. Salt kendi duygularınıza, o anki görüş ve düşüncelerinize dayanarak sonradan bir kişi hakkında fazla ileri gittiğinizi, kendisine haksızlık ettiğinizi düşündüğünüz olmadı mı?
Yok pek olmadı... Daha doğrusu var galiba... Konu seçeneğim olmadığını biliyorsunuz. Ne verirlerse onu çizmek zorundayım. Juppé başbakanken gazetem kendisine karşıydı. İpliğini pazara çıkarmak istiyorlardı. Bir gün Juppé’nin Paris’te, pek de şeffaf olmayan bir yöntemle oldukça pahalı bir apartıman dairesi sahibi olduğunu öğreniyoruz. Yöntemin pek de normal olmadığını yargı da kabul ediyor ve Juppé basının hedefi oluyor. Maalesef bir dönem her gün Juppé’nin apartıman dairesini çizmek zorunda kaldım... Oysa ki bu iş ELF ya da Miterand’ın Credit Lyonnais yolsuzluklarının yanında devede kulak kalır. Ve ben uzunca bir süre hergün Juppé çizdim...
Küçük fareniz işe yaramadı mı?
Zaman zaman... Ama aslında onun da nefesi yetmedi! Kullanıldığımı hissettim. Bugün baktığımda kullanılmış olduğumu daha iyi anlıyorum. Gazetem Jospin’in dönmesini istiyordu ve başardı da...
Türkiye’ye ilk gelişinizde Turgut Özal’la da karşılaştınız. Daha doğrusu aynı ortamda bulunmanızı karşın, uzak durmayı yeğlediniz. Anlaşılan Özal hakkında bazı yargılarınız vardı. Bugün olsa elini sıkar mıydınız?
O zaman da elini sıkmaktan kaçınmamıştım. Ama doğrusu pek huzurlu değildim...
Neden? Fazla liberal, ya da popülist olması mı canınızı sıkmıştı?
Hayır, kafamdaki Türkiye klişesi henüz çok karikatürümsü idi... İktidar bende orduyu çağrıştırıyordu, Özal ise iktidarı temsil ediyordu. Ama bugün bile Özal konusunda fazla bilgili olmadığımı itiraf etmeliyim.
Ya Türkiye?
Bu konuda yeni yeni bilgileniyorum. Örneğin Fransa’nın almış olduğu soykırım kararını Ermeni Patriği’nin bile tasvip etmediğini ancak buraya geldiğimde öğrendim ve çok şaşırdım.
Neden şaşırdınız?
Çünkü buraya gelmeden önce Türkiye hakkında bulabildiğim hemen her haberi okumaya çalıştım. Saatlerimi okumakla geçirdim, yemin ediyorum bu konuda bir tek küçük haber bile bulamadım.
Peki tekrar Orta Doğu’ya dönecek olursak, 1992 yılında, Oslo Barış Görüşmeleri’nden hemen önce Arafat ile Shimon Peres’e imzalattırmış olduğunuz belge-karikatürünüzü bugün Arafat ile Sharon’a imzalatır mıydınız? Yoksa henüz sırası gelmedi diye mi düşünürdünüz?
Şundan eminim; karikatürün dili o kadar esrarlı ve büyülüdür ki, ister diplomaside olsun, yada birbirlerini anlamakta güçlük çeken insanların arasında, barışa giden yolu bulursa, kolaylıkla tercümanlık yapabilir. Daha somut ifade etmek için, Cezayir’de halen sürmekte olan iç savaşta bile, bir karikatürcünün iki taraf arasında arabuluculuk rolünü başarıyla kotarabileceğine inanıyorum. Dahası, bugün Sharon ile Arafat’a Filistin ve İsrail bayraklarının yer aldığı aynı karikatürü götürsem, her ikisinin de tereddüt etmeden imzalayacaklarına eminim.
Ancak hemen şunu ilave edeyim, ben bir diplomat değilim. Okurlarımdan sık sık değişik taraflar arasında arabulucuk yapma önerileri alırım. Ama bu benim mesleğim değil ki... Arafat söyleşisi bir tesadüftü, arkası geldi... Devam etmek istemiyorum. Aksi halde bir diplomasi makinasına dönüşürüm...
1970 sizin için oldukça anlamlı bir yıl olmuş?
En zor yılım!... Ailem muhafazakardı, kiliseye bağlıydılar. Babam sanatla ilgilenmemi hoş görmezdi. Bir gün tıp eğitimimi bıraktığımı, Belçika’ya Hergé’nin okuluna resimli roman çizmeye gideceğimi, Yahudi kız arkadaşımla evleneceğimi bildirdim. Dahası bu evliliği kilisede yapmayacaktım...
Sonuç?
Babamın elimden kardeşimin yardımıyla kurtuldum...
Peki, tıp eğitimini yarım bırakıp karikatür öğrenmek nereden aklınıza geldi?
Başka ne yapabilirdim ki? Okuldan atılmıştım...
Aileniz daha sonra sizii nasıl karşıladı?
Alıştılar...
Bir röportajda “Le Monde Diplomatique” için çizmediğinizi, çünkü bu dergiyi fazlasıyla İsrail karşıtı bulduğunuzu okumuştum. Oysa sizin için “antisemittir” diyenler varmış. Doğru mu bu?
Evet. Özellikle Arafat ile yaptığım röportajdan sonra nedense bu damgayı yedim.
Antisemit misiniz?
Benimle görüşmekten kaçınan Fransız entelektüelleri var, mesela Siné...
Sizi antisemit bulduğu için mi?
Ne gezer... Beni aşırı İsrail yanlısı olmakla suçluyor, Siné’ye göre ben azılı bir Siyonistim!...
Karikatürü meslek olarak icra ediyorsunuz, peki sanatla ilişkili herhangi bir hobiniz var mı?
Var tabi, fırsat buldukça heykel yapıyorum.
Tıpkı Daumier gibi demek... Ne tür heykeller bunlar?
Alçıdan, metalden figürler, siyaset dışına çıkmaya çalışıyorum.
Bir tanesini tarif edebilir misiniz?
Tabi, mesela süpermarketlerdeki alışveriş arabasıyla yargı dosyalarını taşıyan bir hakim...
Evet, gerçekten de siyasi değillermiş!... Bunları sergileyecek misiniz?
2002 yılında, Paris’teki Musée Carnavalet’de ilk resim ve heykel sergimi açacağım.
Zaman zaman kimseye yaranamamaktan rahatsızlık duymuyor musunuz?
Bu duruma artık alıştım sayılır. Aslında hoşuma bile gidiyor. Kimse benim için, “Bu adam bizdendir!” dememeli. Benim işim insanların rahatını kaçırmak.
İnsanların rahatını kaçırayım derken kendi rahatınız kaçmıyor mu?
Kaçtığı oluyor tabi. Mesela İsrail’in çekilmesinden sonra Lübnan’da krallar gibi ağırlanmıştım. Ev sahiplerim tarafından büyük itibar görüyordum. Ta ki gazetemde “Suriyeliler’in de Lübnan’ı terketme zamanı geldiği” şeklinde karikatürlerim yayımlanıncaya dek. O andan itibaren tılsım bozuldu. Birden çevremde soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Ayrılırken uğurlamaya kimse gelmedi!
YUKARIDAKİ RÖPORTAJ 2001 YILININ HAZİRAN AYINDA ÖNCE ŞALOM GAZETESİ’NDE, ARDINDAN CUMHURİYET GAZETESİ’NİN – DERGİ EKİNDE YAYINLANMIŞTIR.
|