Ferruh Doğan’ın Gündemi.
Şöyle bir telefon gelirdi: “İzel, falanca gün, falanca saatte, falan yerde buluşuyoruz. Katılanlar filan, filan, filan, filan ve filan... Gündem: bir, falancanın son kitabı; iki, senin Tunus gezin, üç, bizim İspanya seyahatimiz..."
Buluşma genellikle içkili bir lokantada – sıkça Saki’de – gerçekleşirdi. Dostlar arasında o an farklı bir gündem oluşturulur, hararetli tartışmalara girişilirdi. Ferruh Doğan’ın gündemi ise bizleri bir araya getirme bahanesinden öteye geçmezdi.
Ertesi gün arardı yine Ferruh abi. “İzel, dünkü yemekten memnun kaldınız mı? İyi ki o mevzuları tartıştık değil mi?... Hoş, senin Tunus, bizimse İspanya izlenimlerimizi pek açamadık ama konuştuklarımız daha önemliydi. Seyahatleri artık bir başka toplantıda anlatırız...”
Bilgiye açtı. Hep günceli yakalamaya çalışıyordu. Politika, tarih, edebiyat, felsefe, müzik, yeme-içme sanatı ve tabi ki sinema ile karikatür... İlgi alanına giren bu geniş yelpazede hemen her şeyi bilirdi. Hiçbirimizin henüz adını sanını duymadığımız genç ve yeni karikatürcüleri sayar, hepimizi şaşırtırdı. Bütün mizah dergilerini takip ediyordu. Tıpkı tüm diğer edebi ve politik yayınları takip ettiği gibi...
Kendi takip etmekle yetinmez, konuya ilgi duyduğunu bildiği dostlarını da arar, makaleleri, yayınları, tüm yenilikleri bildirirdi.
"Kalem" hem benim iştigal mevzumdu, hem de müşterek ilgi alanımıza giriyordu. Ferruh Doğan bir kalem koleksiyoncusuydu. Telefon açar, kalem hakkında duyduğu-okuduğu tüm yenilikleri anında bildirirdi. Çoğu kez rakiplerimizin henüz bilmediğim yeni ürünlerini Ferruh Doğan’dan duyar, öğrenirdim. Yeni modellerimizi ise, daha henüz doğru dürürst dağıtamadan, ne yapar eder bir yerlerden edinir, eleştirilerini bana iletirdi. Kimi zaman yeni ürünlerimizi bulundurmayan kırtasiyecileri de bana ihbar etmekte gecikmezdi.
Hastalığının son evresinde, güç çıkan soluğuna rağmen telefon açmasını, yeni bir modelin eleştirisini yapmaya kalkışmasını hiç unutamıyorum. Kalemin ergonomik tasarımını öven fısıltılı fakat heyecan yüklü sesi kulaklarımda hep çınlıyor.
Önceleri ayrıcalıklı bir dostluk belirtisi olarak algıladığım bu davranışın şahsıma münhasır olmadığını, çok geniş bir alanda, kalabalık bir dost topluluğuna yönelik olduğunu sonradan farkettim. Ferruh Doğan’ın geniş bir çevresi ve çok iyi dostları vardı. İlgi alanlarının çakıştığı noktalarda, Ferruh Doğan günceli derhal yakalıyor, dostlarını yeniliklerden haberdar etmekten mutluluk duyuyordu.
Ama asıl haz duyduğu yenilikleri duyurmak değildi elbet. Eleştirilerini, görüşlerini dile getirirken, tartışma ortamı yaratıyor, belirlediği gündemle kendisi ve dostları için sağlıklı bir bilgi platformu oluşturuyordu.
1999 Mayıs ayının ilk günleriydi. Schneidertempel Sanat Merkezi’nin açılışına hazırlanıyorduk. Düzenleme kurulunda Tan Oral ve Aykut Köksal’ın yanısıra görev yapıyorduk. Bir sabah çeşitli gazete ve dergilere röportajlar vermek üzere dördümüz buluşmuştuk. Bir ara Ferruh Doğan’ın bir köşeye çekildiğini gördüm, keyifsiz ve düşünceliydi. “Hayrola Ferruh Abi, neyin var?” diye yanaştım. “Küçük bir sağlık sorunu, önemli değil herhalde, ama öğleden sonra randevu aldım, doktora görüneceğim...”
Hiç kuşkusuz biliyordu Ferruh Doğan. Hatta gündemi bile belirlemişti!...
Ertesi sabah aradı: “İzel, dün doktora gittim. Yarın beni ameliyata alıyorlar. Sergi açılışına gelmiyorum. Ankara’ya da gitmiyorum!...” Kızgındı. Birileri gündemini zamanından önce değiştirmişti. Ve bu yeni gündemden hiç hoşlanmamıştı besbelli!... Kadere boyun eğmekten başka seçeneği olmadığını biliyor, yine de “gelemiyeceğim” demektense, “gelmiyorum!” demeyi yeğliyor, yeni gündemi de kendisinin belirlediğini vurguluyordu.
Aramızdan ayrılalı henüz bir ay olmadı bile... Kendisini, meyhane toplantılarını, telefonlarını daha şimdiden çok özledim. Türk Karikatürü’nü, Elli Kuşağı’nı ondan öğrenmiştim. Yeni karikatürcüleri de hep ondan duyup, öğreniyordum. Eminim, daha öğreneceğim çok şey vardı...